
Efendim, evet, bendeniz bir karadeniz turundan daha yeni dondum. Bu gordugnuz fotografi cep telefonumla Ayder yaylasinda cektim. Kesinlikle hemen bir digital fotograf makinasi alip tekrar gitmem gerekiyor. Hep gormeyi arzuladigim yerleri ayakustu gormus oldum gerci ve zaman yetmedi , arti doyamadim da. Hatta doyamadigim gibi simdi de muhendislik diplomami sorgular durumdayim ve neden bir rehber olmadiysam seklinde kendi kendime de zarar veren bir donem vahlar ve ahlar cekmekteyim. Hemen oturup yazmaya baslamamin beni sakinlestirecegini dusundum. Tekrar gitmem gerekiyor buralara. Tekrar gitmeden de bu yaziyi bitirebilmem gerekiyor tabi ki oncelikle.
Efendim, biz, bir tur klasik ‘tur’ ile basladik bu karadeniz maceramiza. Benim ‘introduction to black sea’ seklinde yorumlayacagim , sehirleri ve karadeniz insanini bize tanistiran bir cesit baslangic oldu bana gore de.
Havasinin , dogasinin ve laz insanin etkisinden kurtulanamayacagini dusunuyorum. Sehir hayatindan bikmis bir nesil olarak, bu tur yurt gezileri, kaybetmeye basladigimiz bir cok degerleri de hatirlatmasiyla agir da gelmiyor degil insana . Tekrar , gunluk ve anlamsiz kosturmacainin icine dondugunde anilari ancak teselli edebiliyor insani. Iyi ki de buralari gezmis gormusum diyorsun.
Lakin, bendeniz daha fazla laf kalabalikligi yapmadan konuya atlayiveriyim hemen…
Turumuz Ankara’dan saat 7 sularinda haraketle basladi. Benim icin sansli bir gezi oldu cunku annem, babam, anneannem, teyzemler, kuzenler herkes ile bilikte olmanin verdigi bir arti keyif daha vardi.
Ankara sehrimiz coraktir, sicaktir, kuraktir. Ankara insani da bu doganin verdigi amacsizlikla daha bir cekiniktir bence. Turumuzun baslangicinda tur rehberimiz hepimiz once bir kaynasalim diye cesitli cesitli akrobatliklar yapmis olsa bile biz ancak karadenizin o dogasinin tam gobeginde birbirimizi tanimis, sonradan da pek bir isinmis olduk birbirimize. Ankara insani birazda boyledir, gorur gormez muabbete giremez, acilmaz , kasar kendini biraz, ama sonra bir isindi mi da birakamaz, sadiktir. Hava kosullarinin sagladigi bir baglilik olsa gerek …
Ankara’nin disina cikmak ise, insana garip haz duygusu verir. Tam ortada oksuz kalmis gibiyiz ya hani…Yollar, corak topraklardan yesil bitki ortusune hele hele bir de denize dogru acilinca gozler acilir, kalp atislari artar, Ankara unutulur, insan bicim-tur-karakter-bakis acisi degistirir.
Ben de bicim degistiren bu Ankara insanin bir Karadeniz insanina donusme macerasini anlatacagimdir. Yol boyunca gorduklerimi, ogrendiklerimi , yediklerimi, izlenimlerimi…
Anlatmasi benden okumasi sizden , gecmis olsun simdiden…
1.GUN : AMASYAOrta karadenize ait , Sarfanbolu, Bolu disinda pek baska bir yer gormemis birisi olarak Amasya’yi belki de 'Bir Seyyarin Defterinden Anilar' seklinde objektif degerlendiremiyecegim ama daglarin icine gomulmus bu sehir, ilk izlenimleriyle, nehrin kenarini igne oyasi gibi suslemis Osmanli stili evleriyle goze cok sirin geliyor. Kurtulus Savasi yillarini hatirlatan bir nostaljiyle de insanin milletci hucrelerini etkilemiyor degil.

Evet, Amasya denilince insanin aklina elma geliyor ama biz Amasya elmasini tam yerinde tadamadik. Onun yerine Etnografya ve Mumyalar muzesini gezmis olup, kaya mezarlarina tirmanip , Ferhat ile Sirin masallarini dinlemis olduk.
Oncelikle muzeler kismindan baslayip, muze gezmelerini protesto etmis bir kac sevgili arkadasimin istahlarini biraz olsun acmis olayim istedim.
Ben maymun istahliyimdir. Bu yuzden de oldum olasi muzeler benim icin ilgi cekici olmustur . Ne anliyorsun su Canak Comlek Bakir gormekten diyenlerede 'birsey anladigim yok aslinda' diyebilirim. Benimkisi daha cok canak comlege bakarken o yillara ait masallar uydurmak kafamda. Hayalgucunu daha bir pekistiriyor ve tarihe ait bosluklari dolduruyor insanin aklinda , yada bana oyle geliyor iste. Anliyorum da aslinda muze gezenlerin bir muddet sonunda nasil da sIkIlabileceklerini, ve onlara tavsiyem mutlaka anneanne veya babaannelerini yaninda goturmeleri. Insanin muze gibi anneannesi olunca muze gezmeleri daha bir anlamli oluyor cunku.
Benim anneannem okuma yazmasini daha sonradan ogrenmis, kendisini bilime ve sanata tam adayacakken 5 kiz cocuguna anne olmus buyuk bir tarihi miras benim icin aslinda. Okumasini cok sevdigi gibi gezmesine de bayilir. Ama cok yavas oldugundan pek bir zaman alir (Aman yanlis anlasilmasin, okumasi yazmasi yavastir, yoksa gezme konusundan bizden hizlidir aslinda) .
Muze icin bize bicilmis 15 dakikalik sure icinde okuyamayacagi cok sey olacagini dusundugumden ben hemen koluna girmis oldum anneannemin. Amac anneanneme muze boyunca gorduklerini anlatmak, okumak. Nerden bilirim ki anneannem aslinda muzeyi hatim etmis gercek hayatinda coktan. Benim kelime haznem bile anneannemin tecrubleri yaninda pek zayif kaldi. … (Bakiniz …Usturlap, kiblenumalar …)
Muze gezisinde benim en fazla etkilendigim yer bu arada mumyalar bolumuydu.
Muze bahsesininde bir turbe icinde alti adet Ilhanli donemina ait bu mumyalarda erkek ve kiz cocuklarina ait mumyalar goreceksiniz.. Ic organlarini cikarip sonra bir ilac ile doldurup saklamislar…Tamam daha fazla igrenclesmeyecegim…Yorumu size birakiyorum.
Muze gezimizden sonra Osmanli evlerinden
Hazeranlar Konagini gezdik. Ben Beypazari' nda da boyle bir evi gezdigimden farkli birsey goremedim ama ilk kez gezenler icin onemli bence. Feodal aile hayatimizi pek guzel yansitiyor cunku. Bizim Ankara’daki evimiz gibi. Ovunmek istemem ama annem evimize gercekten cok ozen gosterir ve kendisi bir tarih ogretmeni oldugundan Osmanli’ya ait hissiyatlarla da evimizi dosemeye kendi elinden geldigince calismistir. Tum sevdiklerimizi , arkadaslarimizi, yakin dostlarimizi, ucretsiz bekleriz.

Bu kadar ‘geyik’, konak ve yemek isleminden sonra tabi ki kuzenler ve ben
Kaya mezarlarina tirmanmak icin ailenin diger fertlerini, koca bir cinar agacinin aldinda bir yerde golgede oturttup, yuruyuse gectik. Maalesef bosuna tirmanmisiz o kadar tepelere. Manzara disinda gorulmeye deger birsey yoktu cunku. Yine de tirmanma bir macera gerektiyor ve kani kaynayan , turun ilk gununde heyecan tasiyan her genc icin cekici geliyor. Ben de kendimi gencler arasinda degerlendiriyorum tabi ki.
Bu arada
Ferhat ile Sirin hakkinda da bilgi edindik. Ben bilmiyordum Ferhat’in Amasya’li oldugunu. Bu arada 2.Murat ve Yavuz Sultan Selim’de Amasya’liymis ama efsanelesmis Ferhat ile Sirin destaninda konuyla alakasi yoktur.
Efsaneye gore Ferhat, Persler doneminde yasamis unlu bir nakkastir. Sultan Mehmene

Banu’nun (adim oldugu icin bahsetme geregi duydum) kiz kardesi Sirin icin yaptirdigi koskun suslemelerini yaparken Sirin’I gorur ve birbirlerine sevdalanirlar. Ferhat, Sultan’a haber salarak Sirin’I ister ama Sultan tabi ki kiz kardesini ona vermek istemez. (Olayin sonradan turk filmlerine konu olmasi ve efsanelesmesi gerekiyor ya..). Ferhat’I oyalamak icin Elma Dagi’ni delip sehre su getirmesini ister. Ferhat’da dedigini yapar. Dagi oymaya baslar. Hatta biz Amasya’ya gelriken bu daglari ve su yataklarini da gorduk. Ankara’yi bekleyen susuz gunler icin tekrar bir Ferhat-Sirin masali uydursak fena da olmaz seklinde aklimizca da kurnazlik yaptik. Herneyse, Mehmene Banu, bakti ki Ferhat gercekten dagi deliyor, ve amacina ulasacak, gicik olur duruma ve bir buyucuyu gorevlendirir. Ferhat’I bir sekilde durdurmasini ister. Buyucu de bir helva alip Ferhat’in yanina gider. Ferhat sorar bu ne diye. Buyucu, Sirin oldu buda onun helvasi der. Bunu duyan Ferhat (once helvayi yemeliyken) bu aci haber uzeirne, elinde tuttugu kulungu havaya atar , dusen kulunk Ferhat’in basina isaber eder ve Ferhat olur. Sirin bunu ogrenince, Ferhat’siz yasayamayacagini soyler ve kendisini kayaliklardan asagi atar. Ikisi de yan yana can verir ama derler ki, her bahar iki mezar uzeirnde iki gul bitermis, Tam birbirlerine kavusmak uzereyken mezarin ortasinda bir kara cali peyda olur ve iki gulun kavusmalarini engellermis…
Ben sevmedim bu hikayeyi , neyse…
Biz gidelim kuzeye…
Kuzeye, daha kuzeye
Karadenuze..
2. GUN : SAMSUN-ORDU-GIRESUN-TRABZONSehirleri anlatmadan once kiyi seritinden bahsetmek istiyorum. Dogu Karadeniz’in baslangicinin Trabzon oldugu soylentileri vardir ve bu soylentiler de dogrudur aslinda. Dogu Karadeniz kiyi seridi cografya derslerimizi dogrulamaktadir da. Bir tarafimiz karadeniz, diger tarafimiz denize parallel daglar, ve cam bitki ortusu. Ancak kapitalistlesen toplumla da cografya derslerimizin yenilenmesi gerekiyor cunku daglarimiz yollarimizi yapabilmek icin patlatilmis ve garip mimarimizin esirleryle yapilanma bozulmus ve goruntu hayallerimizdekilerden cok farkli bir gorunum kazanmis durumda. Umarim bir gun cocugumla geldigimde daha farkli bir manzarayla karsilasmam.
Evet sahil yolu acilmis ve ulasim gercekten kolaylasmis durumda. Bunun iyi yanlarindan cok dogaya mal edilmis yanlarini gormus oluyoruz ancak.
Yol boyunca Bafra, Unye, Carsamba' yi taniyor, ama duraklayamiyoruz.
Biz ilk gece
Persembe’de Dedeevi Otelinde kaldik. Temiz 2 yildizli bir otel. Yemekleri de hic fena degil. O gun ogreniyoruz aslinda Karadeniz’de taze fasulyenin daha farkli pisirildigini. Dogu insani etli fasulye yer, karadeniz insani ise soganli. Gezideki arkadaslar, 'az pismis ama bu fasulye' diyorlar. Benim felaket hosuma gidiyor. Belki de kac yildir yurtdisinda yasamaktan fasulyenin tadini unutmusum. Efendim, sonra bir de yaninda balik yiyoruz. Somon diyorlar, tereyagi ile pisirmisler. Bizim evde balik tuketimi cok azdir. Dedigim gibi dogudan geldigimizden daha cok et agirliklidir mutfagimiz ama bu baligi herkes cok begeniyor, coban salata falan ilk aksam bir afiyetle hem doymus hem de bir guzel uyumus oluyoruz.
Persembe, sadece mola yerimiz. Biz Ankara’lilar icin deniz gormus olmak ayricalikli oluyor tabi ki. Denize hasret bir topluluk olan Ankara’lilar gordukleri tum su birikintisini deniz olarak yorumlarlar. Persembe’de gercek bir deniz gozumuze cok hos gozukuyor haliyle. O gunun yagmurlu ve karadenizin de gercekten kara bir deniz goruntusunu almis olmasi hic onemli degil.
Persembe’den sonra Ordu ya geciyor ve
Boztepe’ye cikiyoruz.

Resimde gordugunuz mavi cicek, Boztepe'de cektigimiz
ORTANCA oluyor. Yapraklari arasindan cicekleri top top demetler halinde cikan entersan bir sey. Japonya’da cok eski zamanlarda yetistirildigini ogreniyorum. Avrupa ve Turkiye iklimine de dayanikliymis. Ben

Avrupa’da pek rast gelmedim acaba isi gucu birakip Ortanca ticaretine mi baslasam diye hayallere daliyorum. Bir Ortanca’nin insanin kariyerini degistirecegi yok tabi. Mavi mavi renkte cicek acmis olmasi da cok ozel cunku ilac katilarak bu rengi aldigi soyleniyor. Tabi ki biz anneannem icin bir Ortanca sapi kopariyoruz ve anneannemin bu cicegi Ankara’da yetirebilmesini umuyoruz. Cogaltip yazliga falan da goturebilmek icin. Anneannemin icindeki bilim ogrenim aski cicek tutturma seklini almis durumda.
Ordu-Giresun diyince akla tabi ki
findik geliyor.
Dunya findiginin 70% nin bu bolge tarafindan karsilandigi soyleniyor. Ben sonra Avrupa’da findik ticareti hayallerini kuruyorum haliyle , tam dalmisken, enistem bana sicak kavrulmus findik veriyor, tatmam icin. Ama taze degil, midemiz yaniyor.
Cernobil felaketi sonucunda findiklarin rasyasyona ugradigi ve findik satislarinin dustugu, sonradan findiklarin Avrupa'dan geri gonderildigi ve simdi piyasalardaki ucuz findigin avrupa’dan geri donen findiklar oldugu, bu yuzden de ucuz findik almayiniz seklinde uyarilari dinliyoruz. Benim moral yine sifir, yok mu soyle daha guzel hikayeler seklinde.
Tam uzerine Temel fikralari yetisiyor tabi ki. Benim temel fikralarini aklimda tutmam cok zor. Bir kac tanesini yol boyunca

kendi kendime tekrarliyorum ki unutmayiveriyim. Temel fikralarinin bir laz sivesi ve bir karadenizli tarafindan anlatilmasi gerekiyor bence bu yuzden de temel fikralarini anlatmayi protesto ediyorum.
Tamam ama daha sonra, yazinin icinde bir kac tane hatirladigim fikralari anlatacagim. Yine unuttum cunku...
Giresun’da mola veriliyor daha onra ve ben tekrar manzara ile butunlesiyorum. Bu arada fotograftan da anlasildigi uzere hava yagmurlu, Belcika’yi aratmiyor. Ankara’da 40 derecenin uzerinde insanlar kavruluyor. Giresun isminin Kerasus’un civarinda bol miktarda yetisen kirazdan geldigi rivayet edilir. Bir baska kaynaga gore de bu isim, yarimadanin denize dogru bir boynu gibi uzanmasi dolayisiyla eski Yunanca’da ‘boynuz’ anlamina gelen kerastan turetilmistir.
Biz Giresun’dan sonra Trabzon’a dogru tekrar yola koyuluyoruz.
Mola yerimiz Akcaabat.
Nihat Usta’nin yeri ve meshur Akcaabat Koftesi…
AKCAABAT KOFTESIBol sarimsakli kiloyla geliyor. Karadenize bakarak kofte yemek pek romantik gorunmese de koftenin tadi boyle bir durumu cekebilir kiliyor. Sanirim daglardaki cesitli bitkilerle beslenen karadeniz hayvaninin (pek bir kaba oldu 'hayvan' demek ama ne diyebilirim) eti daha bir tatli oldugundan kiymasinda farklilik var diye yorumlar aliyorum. Karadeniz hayvani denince aklima tur rehberimizin yasadigi bir tecrube geliyor. Karadenizi gezen bir vatandasin aklina bir soru takilir. Kedileri gosterip, 'Cagri Bey , bu kedi nasil miyavlar' der. Karadeniz gezisindeyiz ya her hayvanin karadeniz sivesine ayak

uydurdugu dusuncesi var ya....
Neyse konumuz akcaabat koftesi aslinda.
Bu koftenin ozelligi bol sarimsakli olmasi. Ikrami da cok guzel oluyor. Yaninda, misir ekmegi, ayran ve piyaz bizlerin ogleden sonrasi hazmettirmekte zorlandiriyor.
Akcaabat koftesini Nihat Usta’nin yerinde yemek gerekiyor. Deniz manzarasi var, ha bir de laz boregi var. Amanin da amanin…1.5 laz boregi yemek de demek oluyor. Kofrenin uzerine laz boregi …Enistem 2 tane yedi sanirsam. Daha sonra bu laz boregi kismini daha bir detaylica anlayacagimdir…
ATATURK KOSKU:
Aslinda planda Sumela Manastirini gormek varken, yagmur nedeniyle, tur rehberimiz bizi Trabzon’da Ataturk koskune goturuyor. Tabi bizim moraller biraz bozulmus durumda. Guzelim Akcaabat koftesinden sonra Manastira tirmanmak ve dunya harikasi Sumela’yi gormek varken, nerden cikti bu Kosk ziyareti seklinde. Ama iyi ki de oncesinde kosk’u gormus, Sumela Manastirini da en sona saklamisiz. Ben eger olurda bir gezi turu ayarlayacak olusam Sumela’yi sona saklarim. Tum karadenizi gezdikten sonra gorulmeli, yemegin uzerine afiyet tatlilar gibi geliyor insana.
Ben geri donmus olayim Ataturk Kosk’une..
Soguksu semtinde kucuk bir cam korusu icinde yer aliyor. Yirminci yuzyillardan bugunlere kalmis , hikayesi de benim hafizimi kurcalamis durumda. O zamanlarin ileri gelenlerinden Konstantin Kapogiannidis (tabi ki adini internetten baktim tekrar yoksa yazilisini aklimda tutmam cok zor) tarafindan 1903 de tamamlanan kosk, 1923 de Konstandin’in Yunanistan’a geri donme zorundaligi yuzunden, Hazine'ye veriliyor. Ben uzuldum dogrusu, koskun sahibinin kosku oylece birakip gitme durumuna. Avrupa sanatiyla suslenmis ve yurtdisindan getirilmis bir suru esyalarla dolu olan kosku birakip da gitmis olmak zor olmus olsa gerek. Neyse ki, Ataturk’un bir gun yolu dusuyor bu koske ve konakliyor. Hatta cok begendigini soyluyor. Trabzon’lular da, kendi aralarinda para toplayip kosku Hazine’den geri aliyor ve Ataturk’e armagan iyorlar. Ataturk’un hatta bu koskte vaziyetnameyi hazirladigi soylenir. Gercekten de kosk cok guzel. Gerek konumu gerek mimarisi acisiyla. Ataturk’ tabi ki hic bir mal varligini kendisi icin kabul etmediginden kosku belediye’ye armagan ediyor ve o gun bugundur kosk muze olarak halka acili halde bizlerin ziyaretini bekliyor. Yolunuz Trabzon'a duserse Koskun yolu guzel karadeniz manzaralariyla dolu. (Bilginize)
RIZE

Kosk'u gezdikten sonra Trabzon'u da gecip
Cayeli'ne variyoruz. Donus yolunda Trabzon'da kaldigimizdan Trabzon'a tekrar geri donecegimdir.
Iste asil karadeniz buralar...Yol boyunca bitki ortusunde findik'tan cay'a dogru bir gecis gozlemleniyor. Dag tepe bayir cam ve cay seklinde. Rize olagan ustu bir dogaya sahip.
Biz Cayeli'nde bir cay bahcesinde tekrar bir mola veriyoruz. Her yerde Caykur'a ait reklam panolari var. Caykur'dan cay iciyoruz. Bu manzaraya karsi cay icmek var ya...diyecek bir soz yok. Zaten bundan sonrasi yerini sozlere degil, gozlere birakiyor. Cay ile ilgili bir suru bilgi ediniyoruz. Ornegin cay, kanser riskini ozellikle akciger-bagirsak-cilt kanserini azaltiyormus.

Sihay Cayin bilesenlerinin antioksidan etkisinin olabilecegi ve kanser yapici hucrelerin olusmasini engelleyebilecegi de dusunulmektedir. Baska, genetik ozellikleri belirleyen DNA'yi kontrol altinda tutmakta ve genlerin bozulmasini onlemektedir. Agir yemeklerden sonra icildiginde hazmi kolaylastirmakta. Vucutta olusan zararli atik ve zehirli maddeleri azaltmakta.
Kalp hastaliklari riskini azaltmakta. Dogal olarak florur icerdigi icin, dis minesini kuvvetlendirmekte ve agizdaki bakterileri kontrol altinda tutmakta. Caydaki kafein konstantrasyonu uyanik ve isabetli olmayi arttirmakta, tat ve koku alma duyularini guclendirmekte. Ayrica kafein nedeniyle cayin dinlendirici ozelligi de bulunmakta. Bu yuzden sizde simdi bir guzel cay demliyor ve keyfinize bakiyorsunuz.
Iyi cay demlemeye ait bir kac soru cevap:
1-) Oncelikle, cay demlemeden once islatilir mi? Bunun cevabini karadeniz uzmanlari, isterseniz seklinde verdiler ama cayin dogal kokusunu korumak icin islatmassaniz iyi olur dediler
2-) Caydanlik onemli mi? Evet, ozellikle de porselen caydanliklar oneriliyor. Ayricana, caydanligi temizlerken deterjan kullanilmamali, sade su ile temizlenmeli, Deterjan cayin tadini bozuyormus.
3-) Cayi demlerken tum cayi islatalim mi? Hayir, su kaynadiktan sonra cayi demlerken, mumkun oldugu kadar az cay yapragini islatilmali. Cay demini kendisi alirken yapraklar kendiliginden isladigindan en iyi tad bu sekilde aliniyormus.
4-) Cayin demleme suresi ne kadar? 12-15 dakika arasinda
5-) Cay demini alirken caydanligin altina tekrar soguk su eklenmeli mi? Hayir, cay demini buhariyla aliyor, bu yuzden caydanliga eklenen soguk su cayin demlenmesini olumsuz etkiliyormus.
6-) Cay cam bardakta en iyi tadi veriyor
7-) En iyi tadi almak istiyorsaniz sekersiz cay iciniz
8-) Tel suzgec cayin tadini etkiliyormus, bu yuzden karadeniz de suzgecsiz cay iciliyor...
Aksam mola yerimiz Cayeli'nin icinde Grand Cavusoglu oteli. 4 yildizli. Aksamina eglence duzenlemisler. Ankara'lilar icin ankara misket havalari. Bir ara zeybet caliyor bendeniz oynuyor.
3.GUN: FIRTINA VADISI - CAMLIHEMSIN- AYDER

Sabah kahvaltimizdan hemen sonra
Firtina Vadisine dogru yola cikiyoruz. Ikizkere nehrinin kenarindan geciyoruz. Kiyi seridinin yapilmasinda kullanilan dagin nasil patlatildigini ve firtina vadisinin tam ortasina dusen kayanin vadiyi nasil tikadigini ve daha sonra nasil acildigini duyuyoruz. Ben karistiriyorum ama, gordugumuz Firtina deresi mi yoksa Ikizkere mi bilemiyorum hala ama iclere dogru ilerledigimizde firtina deresinin neden firtina dediklerini daha iyi anliyoruz. Sular guldur guldur akiyor. Daglarin tepelerinde tek tuk yayla evleri. Daglar tutuyor, sislerden tepeleri gozukmuyor. Hava serin mi serin, oksijen insani 10 yil genclestiriyor.
Camlihemsin'e varmadan bir tas kopru de duruyoruz. Fotograf cekiyoruz. Temel'le karsilasiyoruz burada. Bizi gordugune cok sevinmis bize hikayelerini anlatiyo

r. Fadime dagda ot topluyor. Birisi soruyor, sizin esler daglardan dusmuyor mu boyle diye, Temel guluyor, 'daga cikan her kadun dusseydi biz kadunsuz kalurduk da 'diyor. Tas kopru 'ye hayran kaliyoruz haliyle. 10 metre gectikten sonra , Tas kopru'nun 10 metre geride oldugunu anlatan tabelayi goruyoruz. Karadeniz'de 10 metre ilerledir seklinde levhalar yok. Geridedir diyor :-).
Biraz daha ilerde,
Goksu selalesi var. Biz mola verip, daglarin icinde 1 saat kadar yuruyuse daliyoruz. Biraz zor bir yuruyus bu ama, taslarin uzerinde babam kayiyor, dizini carpiyor. Annem cambaz gibi. Sonuna

kadar yuruyoruz, Goksu selalesinin eteklerinde mola veriyoruz. Anneannem icin dag kekigi topluyoruz. Yagmur yagiyor, islanmaktan kimse sikayet etmiyor. Sirinler misali tur organizasyonun bize verdigi mavi yagmurluklarla o kadar sirin gozukuyoruz bizde dagin eteklerinde..Daha sonra
Ayder yaylasina dogru ilerliyoruz.
Ayder , Kackar daglarin eteklerinde. Oglen yemegimizde balik, misir ekmeyi, muhlama tadiyoruz. Muhlama , tereyagli peynir. Ekmegi bandirarak yenmesi gerekiyor. Tarifi:
Malzemeler:
4 kasik misir unu3 kasik tereyagihafif ilik su1 bardak trabzon peyniri, tuz
Hazirlanisi:

tavada yag eritilir,misir unu eklenir ve unun rengi degisene kadar kavrulur,üzerine su ve trabzon peyniri ve tuz eklenerek,tereyagi üstte birikmeye baslayana kadar hafif ateste tahta kasik ile karistirilarak pisirilir.(kullanilan tavanin bakir olmasi kavrulan misir ununa ayri bir lezzet katar
Muhlandiktan sonra, Ayder'de doga parkini geziyoruz. Otelimiz Ayder yaylasinda Hasimoglu Oteli. Hava inanilmaz soguk, yaz ortasinda kazaklar, hirkalar ne varsa takinmis durumda, otelde somunenin onunde isinmaya calisiyoruz.
O gece otelimizde Tulum esliginde Horon gosterisi var. Trabzon'da horon teplilir, Ayder'de horon oynanir diyorlar. Oteldeki personel ve tur rehberimiz bizim icin horon oynuyorlar. Horon, rumca 'oyun' demek bunu da ogrenmis oluyoruz tabi ki.
Efendim, muhlama gibi geleneksel yemeklerden bahsetmisken laz boreginden de bahsetmek isterim. Daha once de bahsettigim gibi biz laz boregi tecrubemizi ilk Akcaabat koftesiyle Nihat Usta'nin yerinde tadmis olduk. Ancak, asil laz boregini karadenizin gobeginde Ayder'de de yemis oluyoruz. Ben ilk kez tadmis oldugum yerde ki laz boregini daha bir lezzetli buluyorum. Asil laz boregi daha serbetli sanirsam.
Ben laz boregi denilince tuzlu muzlu saniyordum ama bu borek bildigimiz yufka ile yapiliyor, arasina muhallebi konuluyor, uzerine de serbet dokuluyor. Sanirim horon tepmek de buradan geliyor cunku bu laz boregini yiyenlerin bu eritebilmeleri icin gercekten saatlerce tepinmeleri gerekiyor.
4.Gun: Rize-Uzungol, Trabzon'a geri donus:
Ayder yaylasinda gecirdigimiz bir gercek karadeniz gununden sonra ertesi gun tekrar Rize'ye geri donuyoruz. Tabi ki yol uzerinde alisveris imkani var. Annelerimiz, anneannelerimiz ortu

yastik bakiniyorlar
Rize bezlerine. Ben 2 minik yastik aliyorum, rize bezi degil , karadenize ait bir otru ama koltuklarima uygun renklerinden. Tabi bu arada rize bezleri ile ilgili bir takim bilgi ediniyoruz. Rize bezleri, Hint keneviri ipinden el tezgahinda dokunan bir bez. Bezin orjinal ismi, Feretiko. ve bircoklarin da zannetigi gibi bi Rum , Gurcu kultur ogesi degil baslibasina bir Turk kultur ogesi. Kenevir bitkisini dokumacilikta kullanmis olmalarindan gurur duyuyorum kendi kulturumle. Biz yol uzerinde Rize bezi yapan bir tezgahta durup nasil yapildigini da gozlemleme sansini buluyoruz.
Rize bezi kulturunu genel kulturumuze ekledikten sonra bir cay fabrikasini geziyoruz. Cay ile ilgili bir cok bilgiyi yukarida anlatmistim, bu asamada bana cok fazla laf dusmez, ben dumeni
Uzungol'e dogru ceviriveriyim.

Bu fotografi ben cekmedim, maalesef digital fotograf makinam olmadigindan cep telefon makinamla cektigim bir kac fotografi bu siteye ekledim. Ancak, uzungol'e ait bu fotografi buraya eklemeyi istedim. Sonucta hepimizin akillarinda kalmis bir manzara burasi. Bu manzarayi da ciplak gozlerle gormus olmak ve oralarin tadini almis olmak benim icin buyuk sans. Anneannem de boyle dusunuyor ki bizlerle golun cevresini yurumus oldu tamamiyle. Evet, uzungol molamiz oglen yemegimizle tamamlanmis oldu sadece. Cok uzun kalamadik ve tepeden manzarasina bakma sansini bulamadik ama etrafinda yurumek de yeterdi. Umarim yapilanma daha ilerlemez ve golun manzarasi zamanla degismez diyorum cunku burada da bir degisimi hissetmemek elde degil, yeni yapilanmalar, golun bataklik seklini aliyor olmasi insani biraz olsun huzunlendiriyor iste.
Uzungol'un serin ve yagmurlu havasinsan sonra, yolumuzu tekrar Trabzon'a cevirdik o gun. Kaldigimiz otel sehrin icinde Usta otel, o gun gumusculer carsisini gezdik ve trabzona has o gumusleri kollarimiza doladik. Ben sehir hayatini ve alisveris kismini cok sevemedigimden bu kismi sizin muthis hayalgucunuze birakmayi tercih ediyorum.
5.Gun: Sumela Manastiri

Bu gordugunuz resmi, henuz yuruyuse baslamadan once cekmistik. Bir 300 metre kadar tirmaniyorsunuz ama nefes nefese kalmak var bu yolda. Yine de herseye deger, cunku sadece dogal degil tarihi de buyuluyor buranin. Hele bir de tirmandiktan sonra icerisine girince...Ben hep disaridan gormustum, dergilerde magazinlerde televisyonda Sumela Manastiri denilince boyle daglarin arasinda boyle bir yer vardi zihnimde, ancak , iceriye girip de orada bir zamanlar yasamis okumus oralari sekillendirmis ogrencilerin tarihini de ogrenince, Sumela'nin sadece dogal goruntusu degil, tum tarihi beni muthis etklilemis oldu.
Sumela'nin iceriden gotuntusu...sadece bir kismi ...

7.Gun : Sinop ve Kastamonu
Sanirim dogu karadeniz turu yapan herkese nasip olmaz, Sinop ve Kastamonu'yu da gorebilmek. Ben bu yuzden kendimi bu turda buralari da gorme ve bir fikir edinme firsati bulmus oldugumdan sansli buluyorum.

Artik gezimizin ve bu yazinin da sonlarina dogru geldigimden, cok fazla yazacak soz bulamiyorum. Oysa anlatmakla bitmeyecek kadar zengin bir kultur var. Sinop ozellikle beni gerek Hamsilos koyuyla, minik balikci kasabasini andiran huzuruyla ve icler urperden o unlu hapishanesiyle aklimdan hic cikmayacak.
Sinop a ulasim oyle kolay degil hic aslinda. Afyon gibi hadi ayakustu gecerken ugrayalim misali de logistik yonden sansli bir sehir degil, ama Sinop'lular bu yuzden bence cok sanslilar, cunku ugrak yeri olmamis oldugundan olsa gerek ki bozulmamis ender sehirlerden biri. Limanda oturup balik yerden minik kayikcilari seyrediyorsunuz, cok kalabalik degil, belki gunun sicakligindan kaynakli olsa gerek ama ben huzurlu hissettim burada, hele bir de Hamsilos var ki, oyle Antalya'da manzara aramaya ne gerek...Bu fotograf Hamsilos'da cekilmistir. Bu arada biz burada yuzme firsatini da bulduk...
Son gun...
Artik yolumuzun, turumuzun, ve bu yazinin da sonuna dogru gelirken geriye donup tekrar tekrar okumak istiyorum. Acaba kacirdigim yazamadigim neler var seklinde...Eminim ki cok sey var..Sinop hapishanesi, bir zamanlar orada kalmis bir amca anlatiyor ornegin bize anilarini, sonra Sebahattin Ali'nin burada bir zamanlar yazdigi o meshur siiri okuyoruz bizde ...Basin one egilmesin Aldirma Gonul Aldirma, derken biz de aglamistik onu hatirladim bak simdi...Eminim unuttugum cok sey var...Kastamonu'nun adinin nereden geldigi ornegin...Kastin mi var Moniye...demisler ve de Kastamoni olmus...
Biraz nese biraz yorum biraz oradan buradan duyduklarim...yazmaya calistim, boylesine uzun ve kendini tekrardan oralari geziyormuscasina yazdigim ilk yazim oldu diyebilirim.
Simdi yeni yerler yeni meraklar yeni ufuklar icin heyecanliyim..